İntiharlara neyin yol açtığını araştıran bilim insanları, yüksek intihar riski taşıdıkları gerekçesiyle anoreksiya hastalarını örnek olarak inceliyor. Bugüne dek elde edilen bulgulara göre depresyon ve derin umutsuzluğun yanı sıra toplumdan soyutlanma ve başkalarına yük olma kaygısı intihara sürükleyen nedenlerin başında geliyor.
Ölüm riskinin en yüksek olduğu akıl hastalığı anoreksiyadır*. Anoreksiya hastası her beş kişiden birinin hastalıkla ilgili nedenlere bağlı olarak yaşamını yitirdiği biliniyor. Ancak son günlerde bu ölümlerin açlıktan değil, intihar girişiminden kaynaklandığı ortaya çıktı. Anoreksiya hastalarının kendilerini öldürme eğilimi genel nüfusa göre 50-60 kez fazladır. Akıl hastası gruplarının hiçbirinde bu kadar yüksek bir intihar eğilimi görülmez (Archives of General Psychiatry, vol 60, p 179).
Son günlerde psikiyatristler anoreksiya ile intihar arasında niçin bu kadar yakın bir ilişki bulunduğunu açıklamaya çalışıyor. Bu soruya yanıt buldukları an, insanların niçin intihar ettiği sorusu da netlik kazanacak. Eğer bu açıklama kabul görürse, psikiyatristler intihar eğilimini erken evrede teşhis edebilecekler ve bulardan hangisinin gerçekten kararlı olduğunu büyük bir doğruluk payı ile saptayıp, hastalarını kurtarabilecekler.
Psikologlar ve insan davranışlarına ilgi duyan bilim insanları için her zaman çözümü zor bir bulmaca oluşturan intihar, iki zıt evrimsel kuvvetin çarpışması sonucu ortaya çıkar. En kuvvetli insan içgüdüsü kendini korumak ise, bir insan kendi iradesi ile yaşamına niçin son vermek isteyebilir? Bunun mantıklı tek yanıtı, kendini yok etme dürtüsünün hayatta kalma içgüdüsünden daha kuvvetli olmasıdır. Peki bunun nedeni nedir?
Kendini yok etme dürtüsü
Bundan 100 yıl önce sosyolog Emile Durkheim ve psikanalist Sigmund Freud bu sorunın yanıtını bulduklarını iddia etti. Durkheim, intiharın köklerinin toplumsal etmenlerde –topluma entegre olmakta zorlanma gibi- aranması gerektiğini söylerken, Freud açıklamalarını içgüdüsel dürtülere dayandırıyordu. Son yıllarda bilim insanları daha çok depresyon, umutsuzluk ve duygusal acılar gibi etmenlere odaklanma eğiliminde. Ancak bunlardan hiçbiri intihar ile ilgili temel soruyu yanıtlayamıyor. Bir insan canına kıyarken, benzer koşullarda yaşayan bir diğer insan niçin intihara yanaşmıyor?
İntihar ve kendine zarar verme konularında çalışmalar yapan Harvard Üniversitesi’nden psikolog Matthew Nock, intihar ile ilgili büyük miktardaki veri sayesinde bu konuda ciddi bir ilerleme kaydettiklerini, ancak tatminkâr bir sonuca henüz ulaşamadıklarını söylüyor. Örneğin intihar girişimlerinin sayısal olarak artış gösterdiği ve dünyada tüm ölümlerin yüzde bir buçuğunu oluşturduğu biliniyor. 15 ile 24 yaş arası gençlerde belli başlı ölüm nedenleri arasında intihar, trafik kazalarından sonra ikinci sırada. Kadınlar intihar girişiminde erkeklerin önünde. Ancak erkeklerin bu girişimi başarı ile sonlandırma oranı kadınlardan daha yüksek.
Akıl hastalıkları ve İntihar
İntihar eden insanların çoğunluğu akıl hastasıdır. Anoreksiya, majör depresyon, iki kutuplu bozukluk (manik-depresif hastalık), şizofren ve sınırda kişilik bozukluğu en sık görülenlerdir. Ancak intihar riskinin yüksek olduğu vakalarda başka akıl hastalıkları da söz konusu olabilir. Kendi canına kıyan kişiler ayrıca çok derin depresyondadırlar ve aynı zamanda da çok umutsuzdurlar.
2005 yılında Tallahassee’deki Florida Üniversitesi’nden intihar uzmanı psikolog Thomas Joiner, kendi babasının da canına kıymasından sonra insanları intihara sürükleyen temel nedenlerin peşine düştü. İntihar istatistiklerini inceleyen ve ortalama intihar oranlarının üzerindeki gruplara odaklanan Joiner, diğer insanlarda eksik olan ama intihar eğilimi taşıyan kişilerde ortak olan özelliği bulduğunu duyurdu. Nock bu buluşunu şöyle değerlendiriyor: “Bu uzun zamandır peşinde koştuğumuz ‘İntiharın İlk Büyük Kuramı’dır.”
‘İntihar büyük kuramı"
Özet olarak Joiner kendini öldüren insanların, depresyon ve umutsuzluğun dışında iki önemli etmenin daha etkisinde bulunduğunu düşünüyor. Bunlardan ilki, ölmek için gerçekten ciddi bir arzunun var olmasıdır. Bu arzunun oluşması için insanların
• Başkalarına kaldıramayacakları kadar ağır bir yük olduklarına inanması
• Birlikte oldukları kişilerden kendilerini soyutlanmış hissetmeleri gerekir
İkincisi ve en önemlisi ise, kendilerini öldürmeyi başaran insanların bu işi yapmak için gerekli beceriye sahip olmalarıdır. Bu son koşul çok net gibi görünmekle birlikte, Joiner bugüne dek bazı insanların niçin intiharlarında başarılı, bazılarının niçin başarısız olduklarının sorgulanmadığına dikkat çekiyor. Joiner’a göre ölmeyi ne kadar çok isterseniz isteyin, bu o kadar kolay bir iş değildir, çünkü kendini koruma içgüdüsü çok güçlüdür.
Kendini koruma içgüdüsünü aşmanın iki yolu
Ölmek isteyenlerin kendini koruma içgüdüsünü bastırmalarının iki yolu olduğunu söyleyen Joiner, bunlardan birinin kişinin bu öldürme eylem planını ufak ufak kendi üzerinde denemesi olduğunu söylüyor. Pek çok intihar vakasında ilk intihar girişimi deneme sınırları içinde kalır. Başka bir deyişle yüzeysel bir kesik veya öldürmeyecek dozda ilaç ile prova yapılır. Bunun gibi birkaç denemeden sonraki girişimler ölümcül olabilir.
İkinci yol ise acı veren korkunç deneyimlere alışkın olmaktır. Sürekli olarak silahlı çatışmanın içindeki asker ve polisin, ölüm düşüncesini kanıksamış olması kabul edilebilir bir durumdur. İstatistiklere göre bu iki grupta intihar vakaları normalin üzerindedir. Benzer şekilde, sürekli olarak ıstırap, acı ve yaralanmalara tanık olan doktor ve cerrahlar arasında da intihar oranı genel nüfusun üzerindedir. Joiner bu durumu “katılaşma” olarak değerlendiriyor.
Anoreksiya ve intihar
Katılaşma özelliği taşıyan bir diğer grup da anoreksiya hastalarıdır. Anoreksiya hastalarının yüksek intihar riski taşımalarını “İnsanlar Niçin İntihar Yoluyla Ölür?" (Harvard University Press, 2005) isimli kitabında açıklayan Joiner, anoreksiya ve yüksek intihar oranı arasında çok sıkı bir ilişki olduğuna dikkat çekiyor.
Joiner’a göre anoreksiya hastalarında intihar etme eğiliminin yüksek olmasının iki nedeni var. Biri, anoreksiya hastalarının vücutlarının çok zayıf olması ve intihar girişimlerinin bu nedenle başarılı olma ihtimalinin yüksek olmasıdır. İkincisi anoreksiya hastaları ıstırap çekmeyi o kadar çok kanıksamışlardır ki, diğer insanlara göre kendilerini öldürmekte daha yetenekli hale gelmişlerdir.
Joiner’in öğrencilerinden Jill Holm-Denoma bu ikinci açıklamanın doğruluğunu kanıtlamak için kolları sıvadı. Gelişigüzel seçtiği dokuz intihar vakasını inceledi ve bu çalışmadan şu sonuçları elde etti: “Bu insanlar tedavi edilmedikleri takdirde nasılsa öleceklerdi. Ancak bunların hedeflerine ulaşmak için tuttukları yollar bizleri şaşırttı. Dokuz kişiden üçü kendisini trenin önüne atmış,ikisi kendilerini asmış. İkisi aşırı dozda uyuşturucu kullanmış. Biri uyku ilacı ve tuvalet temizleme deterjanı ile kendini zehirlemiş. Biri kendini bir benzincinin tuvaletine kilitleyerek çöp kutusunu ateşe vermiş; karbon monoksitten boğularak ölmüş. Bu dokuz vaka da bu sonuca varmak için yeterli olmasa da hepsinin ölmek için bu kadar acımasız ve katı yolları tercih etmiş olması bize bazı şeyler anlatıyor.” (Journal of Affective Disorders, vol 107, p 231)
Holm-Denoma, anoreksiya hastalarının Joiner’in varsayımını kanıtlamak için mükemmel örnekler oluşturduğunu söylüyor. Sosyal soyutlanma tezi anoreksiya hastalarında geçerlidir çünkü herhangi bir sosyal ilişki, yemek yeme eylemini de beraberinde getirir. İkinci etmen olan başkaları için kaldıramayacakları kadar ağır bir yük haline gelme kaygısı da bu hastalarda sıklıkla görülür. Buna bağlı olarak çocuklarda görülen anoreksiya hastalığının tedavi yollarından biri de ebeveynin hasta çocuğun yanından hiç ayrılmayıp, sürekli onunla ilgilenmesidir.
En önemlisi anoreksiya hastalarının acıyı kanıksamış olmalarıdır. Acımasız bir şekilde aç kalmak katlanılması zor açlık krampları ve şiddetli baş ağrıları ile baş etmek zorunluluğu demektir. Ayrıca kemik erimesi de kaçınılmaz bir sonuçtur. Kırıklar, çatlaklar sık görülen belirtilerdir.
Bu arada Minnesota Üniversitesi’nden psikiyatrist Scott Crow, bulimiya** hastalarındaki intihar oranlarını inceledi ve bunların da genel nüfusa göre kendilerini öldürme sıklığının daha yüksek olduğunu keşfetti. Bu grupta intiharların 4-6 misli arttığı ortaya çıktı. Bulimiya hastaları da vücutlarını aç bıraktıkları için aynı anoreksiya hastaları gibi acıya ve ağrıya dayanıklılık kazanmış durumdalar.
Tüm kanıtlar aynı yönü göstermekle birlikte Joiner kendi görüşlerinin intihar girişimleri için genel bir açıklama olarak kabul edilebilmesi için daha fazla sayıda deneyin yapılmasının gerekli olduğunu ileri sürerek, gelecekte yapılması gerekenleri şöyle özetliyor: “Bu bir başlangıç. Ancak daha sistematik bir temele ihtiyacımız var. İnsanların niçin canlarına kıydığını daha iyi anlamamız, klinisyenlerin risk altında olan hastaları daha kolay tespit etmelerine ve bu insanların kendilerini öldürmelerini önlemeye yarayacak. Örneğin uzun süreli psikoterapi, hastanın ölümden korkmama halini değiştirebilir ve intihar eğilimini ortadan kaldırabilir.” Ne var ki insanlar acıya karşı katılaştıkça, kendilerini toplumdan soyutlanmış hissettikçe ve başkalarına yük olduklarını düşündükçe, Joiner’ın genel intihar turamına göre intiharlar bitmeyecek.