Basit bir açlıktan ve susuzluktan çok daha fazlasını ifade eden “oruç”un ayı mübarek Ramazan-ı Şerif’i idrak ettiğimiz günlerdeyiz. Bedenle yapılan bir ibadet gibi görünse de, yaygın kanaatin aksine aslında oruç en büyük psikolojik ibadettir. Bedeninin kontrolünün her daim kendi elinde olduğunu varsayan insan, oruç tutarken bedeninin en temel isteklerini kendinden çok yüce bir varlığın rızasını kazanmak uğruna geçici bir süreliğine feda eder. Öyle bir feda ediş ki bu, başka hiçbir varlığın ya da etkenin dayatamayacağı bir güçle, kendi isteğiyle, kendine bir mahrumiyet yaşatır. Yani bir nevi bedenin varlığını ruhun hükmüne tabi kılar.
Yaşamın ilk üç yılını kapsayan en erken döneminde, bütün yaşamsal hazlar bedenin fiziksel olarak tatmin edilmesi ile alakalıdır. Tüm yaşamımız boyunca ihtiyacımız olan “temel güven” duygusunu da bu yolla kazanırız aslında. Psikolojik bir varlık olan insan için, açlık - susuzluk - cinsellik gibi ihtiyaçların karşılanması sonucu, vücudun geriliminin azaltılarak haz elde edilmesi son derece değerli ve önemlidir. İnsan psikolojisinin en arkaik temelleri, yeme içme ile çok yakından bağlantılıdır. Bir çok kişi kendini her güvensiz ya da sıkıntılı hissedişinde, 0-2 yaş dönemindeki oral tatmin yoluyla sağlanan güvene hicret etmek istercesine, daha fazla yemek yemeye yönelir. Ya da bunun tam tersi olur, stresliyken ağzına lokma koyamaz, koysa da yutamaz. Yani yemek içmek meselesi hayatımızın tam da merkezindedir. İşte bu denli hayati bir kaynaktan, ulvi amaçlar uğrunda kendimizi mahrum edişimizin en büyük simgesidir oruç tutmak. Psikolojik hasletlerin, fizyolojik gereksinimleri ele geçirişi ile maniviyat ikliminin yağmurlarının zerk edilişi…
Oruç tutan kişi, inanılmaz bir acziyet yaşar bedeninde. İmkanlı olan her şeyi bir anda imkansızlaştırıverir kendisi için, tüm imkanlar elinin altındayken imkanlarını imkansız kılmaktadır benliğine. Yokluk çeker, yoksunluk yaşar ve bir süre sonra sadece bu yoksunluklar üzerinden değerlendirmeye başlar “ben”i ve diğerlerini. Bu yoksunluk sayesinde, hayatının merkezinde yoklukla hemhal olmuşlarla bir köprü kurar, duygusal bir senkronizasyon yakalar. Çünkü “yokluk” yokluğu yaşayanlarla aynı yoksunlukları yaşayarak net anlaşabilecek bir durumdur.Oruç sayesinde tüm frekanslar eşleşir, ayrılıklar ve aykırıklar eşitlenir ve hayatımızın çoğu deminde görmezden geldiğimiz insanların halini anlamaya odaklanan bir mevziye doğru yol alınır. Bu imkansızlığın/yoksunluğun pozitif travması, vicdanımızın az çalışmaktan hamlamış noktaları ile beynimizin kullanmadığımız yanlarını açıp, vicdan muhasebesi de dahil olmak üzere kalbimizin garında yüklü tüm katarlara barınacak yer açılır. Sırma köşklerde pamuklara sara sarmayala büyüttüğümüz egomuzun, vicdanın gettosunda çalınmaya çalınmaya körleşmiş tellerine dokunmanın vesilesi olarak, açlığa sabredilir, adı oruç olur.
Sabrın sarp yokuşlarında merhamete susatıp, bencilliğin yakasından tutup cömertliğe acıktırır oruç bizi. Empati ırmağının suyunda kana kana yıkanan kişi, madde üstü her değeri, maneviyat kumbarasında damla damla biriktirir.
Bütün bunların yanı sıra oruç ibadetini özel ve önemli kılan en önemli husus, orucun hem bedenle hem psikolojimizle yani tüm benliğimizle katıldığımız tek ibadet olmasıdır. Topyekün bedensel ve psikolojik koordinasyonun eşgüdümüyle, birliğin/birlikteliğin sağlandığı, manevi haz pınarlarının gürül gürül aktığı bir ibadettir. Üstelik namaz gibi, hac gibi dışarıdan gözlenebilen somut bir belirteci de yoktur, kişi sadece kendi bilir ve Rabbine bildirir oruçlu olduğunu. Bu sebepten oruç bir bakıma soyut bir ibadettir, gösterişi şaşaası yoktur. Oruçlu insan, oruç olduğu sürece dış alemden ziyade¸ kendi iç dünyasına yönelir. Çünkü yemek-içmek gibi yönelimleri olmadığı gibi insanlarla kavga etmek, çatışmak gibi eğilimler içerisinde de olmaktan imtina etmekle mükelleftir. Egoyu eğitmenin, nefsi ezip geçmenin, davranışçı yöntemlerle ruhu eğitmenin başöğretmeni oruç sayesinde, dışarıya kapanarak iç dünyamıza açılma şansı yakalarız bu süreçte. İnsanı insan eden yaradılışını güzelleştirme, kalıbını huzura dökme, dış dünyadan uzaklaşıp ruhunun labirentlerindeki tavafa yönelme fırsatı ile müjdeleniriz zahiri alemde.
Kasları geliştirmek ve zinde tutmak için spor yapılması gerektiği gibi, vicdanın da canlı kalabilmesi için bazı pratiklere ihtiyacı vardır. Çöl susuzluğunu, çöle düşmeden Allah rızası için tadan insan, hayat telaşesinin savurduğu duygusal erozyondan empati çınarının gölgesinde serinlemeye doğru savrulur. Ağacı budayarak güçlendiren bir bahçıvan gibi, bedeni yoksunlaştırarak ruha can katan oruçla hayat bulur insanoğlu. İbadetlerimizin hiçbirine ihtiyacı olmayan Allah’ın, tüm ihtiyaçları karşılayan sonsuz rahmetinden bize sunulmuş bir sofradır; açlıkla bereketlenen, yoksunlukla büyüyen, yokluğu hissederek serpilip yeşeren kalp ağacımıza aşıdır oruç.