Geçen sene bu vakit “2007’den neler öğrendik?” diye şunları sıralamışım: “Tahammül sınırlarımızın elastikiyetini.
En ayna bildiğimizle, şimdiye kadar ağzı hiç açılmamış alanlarda ak-kara düşebildiğimizi. Sapla samanın ne çabuk karışabildiğini. Doğrunun, işe geldiği gibi çarpıtılabileceğini. Pozisyon kaybı ihtimalinin azgınlaştırıcı gücünü. Gerçekle algı arasındaki müthiş arayı. Önyargının hep gerekli olduğunu. Kimsenin unutmak istediği geçmişine çomak sokmamayı. Ve daha pek çok şeyi... Öğretici bir yıldı.”
E madem öğrenmiştin zaten bunları 2007’de, o zaman derdin ne, diye sormazlar mı insana?
Demek ki öğrendim zannettiklerin iyice işlememiş olabiliyor içine. Kuru ezber. Tekrar geldiğinde oradan soru, iyi bellememiş olduğun için öğrendiğini sandıklarını, kolayca çuvallayabiliyorsun.
2008 bu açıdan çift dikiş oldu!
Boşa kürek muhtemelen, ama şöyle bir temennide bulunalım:
2009 hakikatlerin komplekslerle sıvanmayacağı bir yıl olsun.
İsme özel ajanda ziyanı
Kriz, siftahımız olmayan onlarca mağazadan ceplerimize düşen ‘yüzde 40 indirim üstüne siz çok özel müşterilerimize kasada bir yüzde 40 daha’ müjdelerinden olduğu kadar, işyerine oradan buradan yollanan yılbaşı çöplerindeki azalmayla da kendini hissettiriyor.
Devasa sepet devri tamamen kapandı, içki-çikolata out.
Bu yılki hediyeler boya kalemleri, küçük misketler, ev/ajans yapımı reçel/ekmek gibi daha basit, naif, şirin, pozsuz ve ucuz şeyler.
“Tükettik, yedik bitirdik, unuttuk, havalandık, harcadık, koptuk, maddeleştik, özümüzü yitirdik. Şimdi saf olana, öz olana, az ama kıymetliye, basit ama sağlama, eski ama kalıcıya dönüyoruz. Maddi olanın değil, ruhu besleyenin, çocukluğun, oyunun, keyfin, tatil heyecanlarının, neşenin, dostluğun, paylaşmanın kaynağını bulmamıza sebep olacak bu yeni yıl” diye not düşmüş, iletişim alanından iki isim, misketlerinin yanına.
Takvim ve ajandalarda da ciddi azalma var. Lakin kötü bir alışkanlığın yayıldığını görmeye mani değil bu: Artık ajandalar, kapaklarına gönderildiği şahsın ismi yazılarak kişiselleştiriliyor.
Yıllar önce böyle hepimize her ayında adımızın kumlara, çimenlere, gökkuşağına filan kazındığı birer küçük masa takvimi gelmişti ve bayılmıştık, hatırlıyorum. Ama ajanda başka bir şey.
Daha önce de yazdım, böyle matbaalar üstü bir gücüm, yetkim olsa, ajanda basımı âdetini toptan kaldırırım. Kimse kimse için ajanda bastırmasın, içinde dana kadar şirket logolarının, hedeflerinin, misyonlarının, hayatta işimiz olmayacak birtakım ‘mühim’ insanların görüşlerinin, sözde kanaat önderi ‘celebrity’lerin imzalı, beşinci sınıf aforizmalı fotoğraflarının yer aldığı o zevksiz, kullanışsız, ucubik ajandalarını dayatmasın.
Deftermiş, ajandaymış, bunlar özel şeyler. Yıl boyu elinizin altında tutacağınız bir şeyin üstünden neden alakasız bir markanın çığlığı yükselsin ki? Ama şimdi iyice katmerlenmiş olay, ajandanın kapağında koca koca harflerle adınızın anonslandığını görüyorsunuz.
Kapakta isminiz en silinmez şekilde var olsun ki, kullanmadığınız gibi kimseye de veremeyin, ajandaya ihtiyacı olan birinin de işi görülmesin, sanki amaç bu!
Anlaşılan kriz henüz vurmamış bunları. Çünkü belki de tek iyi tarafı krizin: Kafayı çalıştırmaya yarıyor. Böyle detayları düşünmeye.