İslâm ve eşcinsellik meselesi

İslâm ve eşcinsellik meselesi
Taraf Gazetesi Yazarlarından Hilâl Kaplan, eşcinsellikle ilgili müslüman toplumun, STK'ların ve Seküler kurumların yaklaşımını farklı bir bakış açısıyla değerlendirdi.

Taraf Gazetesi Yazarlarından Hilâl Kaplan, eşcinsellikle ilgili müslüman toplumun, STK'ların ve Seküler kurumların düşüncelerini farklı bir bakış açısıyla köşesine taşıdı... İslami kurumların eşcinselliğe yaklaşımındaki sorunları ve islamı referans alarak yapılması gerekenleri değerlendiren Hilal Kaplan, seküler kurumların her türlü eşcinsellikle ilgili olumsuz eleştiriyi homofobi diyerek eleştirmesininde olgunun anlaşılması ve tartışılmasına hizmet etmediğini vurguladı. Kaplan'ın önemli tespitlere yer verdiği köşe yazısının ayrıntıları şöyle:

Hilal KAPLAN / Taraf Gazetesi


Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence” sözleri büyük tartışma yarattı. Önce eşcinselliği siyasal bir kimlik olarak savunan dernekler başta olmak üzere pek çok seküler kurum Kavaf aleyhine metinler yayımladı,”hastalık değildir” minvalinde protesto yaptı. Ardından Müslüman temsili olan STK’lar metinler yayınladı, “hastalıktır” diyerek Kavaf’ın sözlerine destek verdi. Hatta bir internet sitesiyle eşcinselliğin hastalık olduğunu tasdik eden bir imza kampanyası bile başlatıldı (www.escinsellikhastaliktir.blogspo t.com).


Nüfusunun %99’unun Müslüman olduğu sıklıkla hatırlatılan ülkemizde sanırım tarihsel olarak laiklikle travmatik bir ilişki kurduğumuzdan olsa gerek genelde toplumsal meselelere dair pek fazla İslâmî söylem üretilmiyor. Bu yazıda Müslüman bir sosyal bilimci olarak mevzubahis tekil hadiseyi İslâm ve eşcinsellik meselesinin bir ‘semptomu’ olarak ele alıp irdelemeye çalışacağım. Konu üzerine söyleyebileceğim çok daha fazla sözüm olmasına rağmen yer darlığından dolayı sadece hem Müslümanların hem de ‘seküler’lerin mevzuyla ilgili ürettiği söylemler hakkındaki tenkitlerimi dile getirmekle yetineceğim.

Günâha hastalık demek
Müslümanlar Batı kaynaklı bilgi ve söylemlere ekseriyetle eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşırlar. Hatta daha ileri gidip Batılı/seküler herhangi bir kavram üzerinden dünyayı anlamaya ve açıklamaya çalışan Müslümanlara “liberal, kompleksli, yaranmaya çalışan” gibi kötü sıfatlar yakıştırmakta beis görmeyen başka Müslümanlar bile vardır. Ancak Batılı kavramsallaştırmalara dair bu eleştirel ve şüpheci tavırlarına rağmen Müslümanların eşcinsellik meselesinde hemen “hastalıktır” sonucuna atlayarak Batılı terminolojiyi sahiplenmelerini ilginç ve üzerine düşünmeye değer buluyorum.

Öncelikle belirtmek gerekir ki seküler bilim dalları olan psikoloji ve psikiyatrinin “norm” belirlediği vâki değildir. Onlar genelde sadece norm olmayanın yani anormal/patolojik olanın ne olduğunu vazederler ve tedavi etmeye çalışırlar. Mevzubahis bilgi üretimi ise hiçbir zaman iktidar ilişkilerinden münezzeh değildir. Bu yüzden bir zamanlar iktidar ilişkileri açısından sorun yaratabilecek potansiyelde görülen eşcinsellik, hem tıp alanında eşcinsel doktorların gittikçe güç kazanmasıyla hem de eşcinsel yaşam pratiklerini toplumsal hayata katmanın kapitalist üretim biçimine ve iktidar ilişkilerine herhangi bir tehdit unsuru oluşturmadığının anlaşılmasıyla anormal/patolojik olan kategorisinden çıkarılabilmiştir. Dolayısıyla eşcinselliğin “hastalık” olarak adlandırılması da bu kategoriden çıkarılması da iktidara sahip olanın anormal/patolojik olanı belirlemekteki keyfiyetinden öteye gitmez. O yüzden maruz kaldığımız muhtelif tanımlamaları veya sınıflandırmaları kabul etmeden önce bu bilginin neşet ettiği bilgiiktidar ilişkileri ağını da mutlaka sorgulamak gerekir.

İslâm’a göre eşcinselliğin “fıtrat-ı selîm”e yani güzel fıtrata aykırı olduğu doğrudur. Ancak bir olgunun “hastalık” olduğunu iddia edebilmek için fıtrata uymadığını söylemek kâfi değildir çünkü fıtrata uygun olmayan her şey zaten hastalık değildir, günâhtır. Müslümanlar ne zamandan beri fıtrata aykırı olan her davranışı “hastalık” olarak nitelendiriyorlar? Günâh olan her şeye hastalık diyeceksek neden zina yapanlara da “hasta” demiyoruz mesela? Peki içki içenler? Ya faiz yiyenler? Kavimler sadece eşcinsellik yüzünden helâk olmadı ya, neden bu günâhları da “hasta” kategorisine sokmayalım? Ama bir dakika, Batı’da bir şekilde bunların hiçbiri “hastalık” olarak görülmedi diye mi böyle yapıyoruz? Ya da bu günâhları sekülerleşen toplumla beraber biz de mi normalize ediyoruz acaba? “Günâh” kavramının ağırlığı ve/veya açtığı söylemsel meşruiyet alanı mı bize kâfî gelmiyor yoksa?

Eşcinsellik İslâm hukukuna göre günâhtır ve sapkınlıktır. Ancak hangi ‘norm’dan bir sapma olduğuna tutarlı bir cevap vermek istiyorsak cevabımızı İslâm’ın içinden temellendirmek zorundayız. Zira ya inandığımız dinin özgün diline sadık kalıp onun içinden konuşacağız ya da seküler dünya için bir tür ‘günâh’ tanımı olan “hastalık” kavramının üzerine bina edilen kaygan zemine tutunmaya çalışacağız. Bunların ikisi arasında bir yol yok maalesef ve Müslümanlar için dinin dilinden vazgeçmek gibi bir ‘lüksün’ olmadığı da sanırım çok açık.

Kaldı ki bir Müslümanın, insanların eşcinselliğe temayülü olmasını içkiye, kumara ve özellikle de zinaya temayülü olmasından daha infialle karşılamalarını da anlayabilmiş değilim. Zira on beş asırlık İslâm hukuku (fıkıh) geleneğinde eşcinselliğin (literatürdeki adıyla “livata” ya da “sihâk”) hükmü zinayla aynı görülmüştür (Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, “Livâta”, cilt: 27, s. 198). Evli olmayan iki insanın beraber olmasından farklı bir hükme tâbi kılınmamıştır. Yani eşcinsellik zinanın bir veçhesi olarak ele alınmıştır. Bu anlamda nasıl insanın içinde karşı cinsiyle zina yapmaya dair bir temayül varsa, hemcinsiyle zina yapmaya dair de bir temayül vardır. Bu temayül olduğu için İslâm hukukuna göre kadınların ve erkeklerin hemcinsleriyle beraberken bile uyması zorunlu olan tesettür kuralları vardır.

Eğer İslâm bir hususta kural koyuyorsa, oradaki günâha meyletme potansiyelinin kuvveden fiile geçmesini önlemek için koyuyordur. Ayetin “zina yapmayın” değil, “zinaya yaklaşmayın” şeklinde hüküm bildirmesi de bu yüzdendir. Zinaya giden tüm yolların bertaraf edilmesi içindir. Her insanın içinde olabilecek fıtrata aykırı dürtüler eşcinsellik için de geçerlidir ve Müslümanlar bu dürtülere yol açabilecek yolların söylemsel ve fiili olarak kapalı olması için mücadele ederler. Ancak bu mücadeleyi de yine İslâm’ın öngördüğü söylemsel düzenle çelişmeden yapmaları gerekir. Bu minvalde eşcinsellik bir hastalık değil, günâhtır; günâh olması onun toplumsallaşması ve meşrulaşması ile mücadele etmeye yeter delildir. Kaldı ki eşcinselliğin “günâh” oluşunda ısrar etmek, eşcinselliğinden şikâyeti olan insanların psikolog ve psikiyatristlerden yardım almasına engel değildir, bu zaten isteyene açık olan bir kapı. Bence Müslümanların bu noktada esas vurgulaması gereken eşcinselliğin nefsî bir dürtü olduğu ve Müslümanların bununla mücadele etmesinin yanında olduklarıdır. Ancak eşcinselliğe “hastalık” ibaresi gibi gayri İslamî, küçültücü ve dışlayıcı bir kavramsallaştırmayla yaklaşmak inanan ama günâhtan kaçmakta zaaf gösteren Müslümanları da uzaklaştırmaz mı? Müslümanların “bizden uzak olsun” demek gibi bir seçenekleri var mı?

Mazlum eşcinsel olursa…
Müslümanların mevzuya dair yayınladıkları bildirilerde eşcinsellerin uğradığı hak ihlallerinden hiç bahsedilmemesi hatta Özgür-Der’in bildirisinde “eğer homoseksüellerle ilgili bir şiddet veya cinayet varsa genelde bu şiddet veya cinayetin arkasında ya bir başka homoseksüelin ya da bu homoseksüellerle ilgili bir başka sapkın karakterin olduğunu görmüyor değiliz” denmesiyse ayrı bir vahamet. Bu tavırlar Müslümanların ya bir insanın eşcinsel olması sebebiyle başına gelenleri umursamadığını ya da eşcinsellere yapılan haksızlıklara “su testisi su yolunda kırılır” mantığıyla yaklaştıklarını gösteriyor ki ikisi de Müslüman ahlâkıyla bağdaştırılamayacak duruşlardır.

Eşcinseller polis şiddetinden öldürülmeye kadar pek çok zulme maruz kalıyorlar. Örneğin fuhuş yapmamak için garsonluktan fal bakmaya kadar pek çok iş dalında tutunmaya çalışan Esmeray travesti olduğu için sırf görünümünden dolayı keyfî bir biçimde polisler tarafından dövülüp hastanelik edilebiliyor. Ya da eşcinsel olduğu için sokak ortasında öldürülen Ahmet Yıldız gibi insanlar var. Şimdi Veda Hutbesi’nde Efendimiz’in kutsal olduğunu ilan ettiği “can, mal ve namus” kavramlarını biz de kutsal kabul ediyorsak bu hadiseleri umursamamamız ya da “hak etti” diye düşünmemiz İslâmî bir duruş olabilir mi? Bunun iyiliği emretmek ve kötülüğü men etmek ile nasıl bir alakası var? Ne zamandır polis dayağını ve cinayeti “kötülükten men etmek” kategorisinden görür olduk? Eğer biz böyle görüyorsak, İslâm düşmanı birilerinin de Müslümanları emniyette dövmesine (ki geçenlerde bu tür bir hadise yaşandı) ya da katletmesine hangi ahlâkî gerekçeyle karşı çıkacağız? Peki fıkha göre eşcinsellikle aynı hükme tâbi olan zina günâhına girenlerin de öldürülmesine taraf mıyız? Böylesi bir yaklaşımla adaleti ve merhameti korumaya kararlı olduğumuza önce kendimizi inandırabilir miyiz acaba? “Kim olursa olsun mazlumdan yana” olmak bu mudur?

Açıkçası onlarca İslâmî kuruluşun mevzubahis eşcinsellik olunca biraraya gelmesi bana şu soruyu sordurdu: “Bir insanın haksız yere öldürülmesi, tüm insanlığın öldürülmesi gibidir” diye buyuran Hz. Peygamber’in ümmetinden olan bu kuruluşların üyeleri 2007’de katledilen Hrant Dink’in ruhunun huzur, ailesinin adalet bulması için de biraraya gelebilecek mi? Geç de olsa O’nun için de bir bildiri yayınlayıp tüm üyelerini 19 Ocak’larda Agos’un önünde buluşturabilecek mi? Cinayet, en az eşcinsellik kadar ağır bir günâh değil mi yoksa?

Hülasa, hem kendi nefsimden hem de toplumdan neşet eden her tür kötülüğü dert etmeye çalışan bir Müslüman olarak eşcinsellerin vatandaşlık hakkı diye talep ettiği ve eşcinselliğin meşruiyet kazanmasına sebep olacak her tür girişime karşıyım. Ancak yine tam da bu sebeple bir insanın sırf eşcinsel olduğu için malına, canına ve namusuna halel gelmesine de karşıyım. Buraya kadar olan argümanların hepsini İslâm içerisinden temellendirdiğim için cevap vermek isteyenlerin beni “liberal, kompleksli, vb.” olarak nitelendirmeden aynı benim yapmaya çalıştığım gibi yine İslâm içerisinden cevap vermelerini bekliyorum. Allah her şeyin doğrusunu bilendir…

“Müslümanlar gölge etmesin” ne demektir?
‘Seküler’lerin, Müslümanların eşcinsellikle alakalı duruşlarına dair yaklaşımlarına gelelim. Genelde iki tutum söz konusu. Ya eşcinsellik aleyhine Müslümanların tüm yapıp ettiklerini “homofobi” kavramı altında ele alıp dışlayıcı ve tahkir edici bir yaklaşım var, ya da Müslümanların toplumsal değişim ve demokratikleşmedeki hayatî rollerine binaen “tamam karşı olsunlar ama fazla da ses etmesinler” diye özetleyebileceğimiz bir yaklaşım var.

Anlamaya yönelik herhangi bir çaba taşımayan, sadece muhalefet etmek üzerinden kendini gerçekleştiren bir tutumu içerdiğinden ve açıkçası Allah’ın emrine karşı gelmektense “homofobik” olarak adlandırılmayı tercih ettiğimizden birinci yaklaşım üzerinde durmayacağım. İkinci yaklaşımı bir analojiyle irdeleyelim. Malûmunuz sosyalistlerin iyi, doğru ve güzel bildikleri genelde liberal politikalarla çelişir ve bu yüzden liberalizmin yozlaştırdığını hissettikleri her alanda muhalefet ederler. Toplumsal adaleti çok önemseyen bir Müslüman olarak bu minvalde yapılan sol muhalefet beni genelde mutlu eden bir muhalefet biçimidir. Peki, mevzuyu bir de Müslümanlar açısından düşünelim. Müslümanların da iyi, doğru ve güzel saydıklarını, yozlaşma potansiyeli olarak gördükleri hususlarda dillendirerek muhalefet etmeleri hakları değil midir? Sosyalistlere “şu anda liberal hegemonya altında yaşıyoruz, sosyalistler gölge etmesin başka ihsan istemez” demek ne kadar haksızsa, Müslümanlara da “şu anda seküler hegemonya altında yaşıyoruz, Müslümanlar gölge etmesin başka ihsan istemez” demek de o kadar haksızdır.

Katıldığım bir panelde şöyle sorulmuştu: İslâm’ın toplum düzenine dair getirdiği kuralları Müslümanlar destekledikleri sürece otoriter laikliğin uygulanması şart değil midir? Ben de bu soruyu -bir kısmını devrimcilerin/sosyalistlerin doldurduğu salona hitaben- bir soruyla şöyle cevaplamıştım: Devrimci sosyalizmin toplum düzenine dair getirdiği kuralları devrimciler destekledikleri sürece otoriter faşizmin uygulanması şart değil midir? Bu nokta-ı nazardan bakacak olursak görünen manzara şudur: Kemalistler Müslümanların hemen hiçbir mevzuda İslâm’dan neşet eden bir söylemle ses çıkarmamalarını isterken; anti- Kemalist olduğunu iddia eden ve sosyalizm, liberalizm, anarşizm, feminizm, vb. seküler ideolojilere angaje olan insanlar da kendi fikirleriyle uyuşmadığımız noktalarda pek ses çıkarmamızı istemiyorlar. Örneğin milliyetçilik, ırkçılık, kapitalizm, devletçilik gibi kendileriyle Müslümanların paralel düşünebileceği temel meselelerdeki biraradalığımızdan çok hoşnutken eşcinsellik gibi farklı düşündüğümüz mevzularda susmamız, “gölge etmememiz” isteniyor. O halde Kemalistlerin ideal Müslüman tahayyülü ile ‘anti-Kemalist’ (“latent-Kemalist” de diyebiliriz) seküler insanların ideal Müslüman tahayyülü arasında mahiyet bakımından aslında pek bir fark yok. Olsa olsa sadece sınır çizme açısından bir fark var diyebiliriz. O yüzden bence herkes önce ne kadar “anti- Kemalist” olduğunu bir gözden geçirse fena olmayacak. Zira Müslümanların pek susmaya niyeti yok, benden söylemesi…

Eşcinsellik meselesinde karma gruplarda en çok vurgulanan argümanlardan birisi de şudur: Eşcinseller başörtüsüne özgürlüğü savunuyorlarken siz neden onların özgürlüğünü savunmuyorsunuz? Açıkçası bu argüman kendi içinde bir çelişki taşıyor. Başörtülü kadınlar örtülerini çıkarmayı reddederek hem öğrenim hayatından hem de çalışma hayatından dışlanıyorlar. Ancak tüm bunları göze alarak direniyorlar. Bunun tek sebebiyse topluma/devlete itaat etmektense Allah’a itaat etmeyi seçmeleri. Başörtülü kadınlara “eşcinsel haklarını savun” demekse “Allah’a karşı gel” demekten farksız. Zira hem Kur’an’da hem de Sünnette eşcinselliğin günâh oluşuna dair pek çok delil mevcut. Şimdi başörtülü bir kadın, Allah’a itaat etmek için pek çok zulme göğüs gerecek ama eşcinseller başörtüsü yasağına karşı olduğundan ötürü onların özgürlüğünü savunup Allah’a isyan edecek. Sizce de bu talebin kendisinde bir çelişki yok mu? Bu talebe ‘arz’ eden başörtülü kadın zaten metaforik olarak başörtüsünü ‘çıkarmış’ olmuyor mu?

Son olarak benim “şantajcı demokratlık” diye adlandırmayı uygun gördüğüm bir tavırdan söz etmek istiyorum. Toplumda demokrat kimliğiyle tanınan bazı aydınlarımız, başörtüsü yasaklarıyla ilgili bir metne imza vermeden ya da basın açıklamasına katılmadan evvel “siz eşcinsellerin haklarını savunursanız imza veririm/ katılırım” diyebiliyorlar. Örneğin Alevilik meselesinde “siz de başörtülü kadınların haklarını savunursanız” önşartını koşmak aklına bile gelmeyen aydınlar, başörtülü kadınların hakkını böylesi gayri ahlâkî bir biçimde pazarlığa tabi tutabiliyorlarsa bırakın demokratlıklarını insanlıklarından şüphe etmek gerekir sanırım.

Birarada yaşamanın yolunu aramak
Kemalist hegemonyaya karşı Türkiye’de pek çok farklı grup bir araya gelip karşı-hegemonya mücadelesi veriyor. Biraraya gelmeler çoğaldıkça aramızdaki “uzlaştırılamaz farklılıklar”ı da keşfediyoruz. Bu anlamda mevcut tartışmayı çok faydalı bulduğumu söylemem gerek. Ancak uzlaşamadığımız her noktada bir diğerini suçlamak veya susturmak bana fazlasıyla totaliter bir tutum gibi geliyor. Kaldı ki kendi doğrularını başkasına dikte ederek “yok birbirimizden farkımız” anlayışını tesis etmenin totaliter rejimlerin bir hülyâsı olduğunu söylememe bilmem gerek var mı? O yüzden “var birbirimizden farkımız”ı vurgulamanın ve bu farklılıklar dahilinde nasıl bir toplumsallık inşa edeceğimizi tartışmanın daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Zira farklılıkları yok etmeye/es geçmeye çalışarak bir yere varılmadığını sanırım en iyi bizim bilmemiz gerekiyor.

Bu haber toplam 12465 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum